Yüzyıllar boyunca etrafımızdaki dünyayı tanımlamak için renkleri nasıl gördüğümüzü anlamaya çalışmışızdır. Aristoteles’in fikirleri renk teorisyenleri arasında ilk kez dikkat çekmiş ve kendisinden sonraki teorileri de etkilemiştir. Leonardo da Vinci kendisinden önceki renk teorisyenlerinin aksine siyah ve beyazı da “renk” olarak kabul etmiş ve bunlara sarı, yeşil, mavi, kırmızı gibi temel renklerin arasında yer vermiştir.
Renk biliminin ilk temellerinin, 17. yüzyılda lsaac Newton’un cam prizma deneyleriyle atıldığı söylenir.
Bununla beraber günümüzde farklı teoriler ortaya atmış birçok renk teorisyeni vardır; biz de bu çalışmamızda bilinmeyen renk teorisyenlerinden ehemmiyetli gördüklerimizi inceleyeceğiz.
Johann Wolfgang von Goethe’nin 1810 yılında yayımlanan en kapsamlı renk öğretisi “Zur Farbenlehre” adlı kitabında yer almıştır.
Goethe’ye göre renklerin, ışığın kırılması sonucunda meydana geldiğini savunan Newtoncu renk kuramı terk edilmelidir.
Newton’un, ışığın rengini ve nedensel yasasını araştırdığı yerde, Goethe rengin görünüş biçimlerini ve görünüşe gelme koşullarını betimlemekte, renklerin fenomenal açıdan görünüşe gelme koşullarını incelemektedir.
Goethe ye göre renkler bize ışık hakkında bilgi verebilir. Gerçi renkler ve ışık arasında birebir bir ilişki vardır; fakat biz, her ikisini de tamamıyla doğaya aitmiş gibi düşünmek zorundayız; çünkü gözlerin algılama biçimine göre şekillenen, tamamen doğanın kendisidir.
Goethe, göz mekanik bir tepkiye maruz kaldığında ışık ve rengin ortaya çıktığını savunmaktadır.
Goethe’nin renk öğretisi, renkleri Newtoncu bir bakış açısıyla matematiksel açıdan temellendirip beyazdan türetmez, bilakis renklerin beyaz ile siyahın karşılaştığı yerde, açık ile koyu arasında belirdiğini savunur.
Göz tarafından fizyolojik olarak oluşturulan renkleri kromatik öğretisinin temeline oturtan Goethe, kromatik görünüm çeşitliliği ile bu görünümlerin zamansal seyri üzerine çalışırken renkleri fizyolojik, fiziksel ve kimyasal renkler olarak sınıflandırmış ve bunların birincisi olan fizyolojik renklerin “geçici”, fiziksel renklerin “kısmen-kalıcı”, kimyasal renklerin ise “kalıcı” olduğunu savunmuştur. Goethe, fizyolojik renkleri, bedenin karanlık ve aydınlıkla ilişkisi üzerinden açıklamaktadır. Goethe’ye göre uzun süre maruz kalınan zifiri karanlık veya göz kamaştırıcı aydınlık durumlarında göz, renkleri normalin üstünde bir duyarlılıkla algılar. Örneğin uzun süre bir zindanda kalmış kişide retina öylesine hassaslaşmıştır ki, karanlıkta dahi nesneleri ayırt edebilmeyi başarmaktadır. Aynı şekilde gözün uzun süre ışık veya ışıksızlığa maruz kaldıktan sonra renkleri algılama biçimindeki hassasiyet, siyah ve beyaz renklere karşı da mevcuttur. Bu hemen hemen hepimizin başına gelmiştir.
1666 yılında Newton’un cam prizmasının ortaya koyduğu deneysel renk teorisi ehemmiyetlidir… Newton karanlık bir odaya çok ince bir delikten beyaz ışın geçmesini sağlayarak, bunu cam bir prizmaya yansıtmış; böylelikle beyaz ışığın renk tayflarına ayrımını gözlemlemiştir. Newton, tüm renkleri birbiri içinde karıştırarak, beyaz ışığı da tekrar ortaya çıkarabilmiştir. Newton’un renk teorisine göre güneşin beyaz ışığı diğer tüm renkleri de içinde barındırmaktadır.
Bauhaus’ta renk ve form çalışmaları yapan İsviçreli sanatçı Johannes Itten aynı zamanda ekspresyonist (dışavurumcu) bir ressam, tasarımcı, renk teorisyeni ve yazardır. Renk üzerinde hem bilimsel hem de sanatsal açıdan çalışmalar yapan sanatçı, günümüz renk teorisi üzerinde büyük bir etkiye sahip.
Itten, renkler üzerine incelemeler yapmış̧, renkleri tamamlayıcılık ve karşıtlayıcılık ilkesi doğrultusunda kontrastlık özelliklerine ayırmıştır. Sarı, kırmızı ve mavi renklerin kendi aralarındaki kontrastı oluşurken, siyah ve beyaz açık-koyu kontrastı ortaya koymaktadır. Aynı zamanda renk değerlerinin de kendi aralarında açık-koyu kontrastı oluşturduğunu belirten Itten’e göre mor ve sarının birlikteliği en güçlü̈ etkiye sahiptir. Sarı, kırmızı, turuncu ve mavi, yeşil, mor kendi aralarında sıcak-soğuk kontrastı oluştururken, renk çemberinde karşılıklı gelen renkler tamamlayıcı kontrast olarak adlandırılmaktadır. Yeşil ve kırmızının eşit parlaklık ve doygunluk derecelerine sahip olduğundan dolayı kapladıkları yüzey alanlarının birbirine eşit olmasına karşılık, sarı ve mor rengin farklı yüzey alanlarında verilmesi gerekliliği ağırlık alanı kontrastını ortaya çıkarmaktadır.
102 yıl yaşayan Fransız kimyager Chevreul, yağ asitleri ve renk tepkileri üzerine yaptığı çalışmalarıyla bilime ve sanata yol gösterici bir rol üstlenmiştir. Chevreul ayrıca margarini keşfetmiş ve tuzdan yapılan ilk sabunu tasarlamıştır. Chevreul 1824 yılında Boya fabrikasında çalışırken kumaş üzerindeki renklerin canlı olmayışı nedeniyle müşterilerden aldığı şikayetler üzerine bu konu hakkında incelemeler yapmış ve problemin kimyasal değil, optik olduğuna karar vermiştir. Renk paletindeki renklerin kumaş üzerinde aynı tonda ve canlılıkta görünmediği yönünde şikayetler alan Chevreul, yanyana duran iki farklı rengin ton ve değerlerinin gözün yanılsamasıyla farklı göründüğünü tanımlamış buna da “eşzamanlı kontrast” adı vermiştir. Özellikle Emprestyonistler, Post-Empresyonistler ve Puantilistler Chevreul’un renk teorilerini ve oluşturduğu renk skalasını kullanmışlar. Chevreul Avrupa’daki resim sanatının gelişmesine yardımcı olmuştur.
Amerikalı sanatçı ve bilim adamı Rood, rengin sadece insanlarda var olan bir algı oluşu üzerine geniş kapsamlı bir araştırma yapmıştır. Rood yan yana gelen renklerin göz tarafından karışık algılandığını gözlemlemiş ve renk farklılığını belirleyen üç farklı konu tespit etmiştir. Bunlar renk, doygunluk, tondur. Rood’a göre her rengin ve kendi içinde bütün renk tonlarının kendi konstrastı vardır. Bunun üzerine Rood bütün renklerin karşıt rengini belirleyen bir skala oluşturmuştur. Birbirlerinin kontrastı olan renklerin hangileri olduğunu bilmelerinin tüm sanatçılar için önemli olduğunu düşünen Rood, yaptığı çalışmalar özellikle Puantilistler için önemli bir etki oluşturmuştur.
1859-1918 yıllarında yaşamış Amerikalı sanatçı Albert Henry Munsell günümüzde halen kullanılan “numerik renk sistemlerinin” temellerini atmıştır. Renk sisteminin mucidi olarak tanımlanan Munsell’in renk düzeni sistemi dünyaca kabul görmüş ve birçok farklı renk düzeni sistemlerinin temellerini oluşturmuştur. Munsell renk sistemini üç farklı açıdan sınıflandırmıştır. Bunlar Heu-Value-Chroma yani rengin türü-tonu, parlaklığı-yoğunluğu ve doygunluğu-saflığı olarak detaylı bir şekilde sunulmuştur. Şu an da bilgisayarlarda kullandığımız tüm renk sistemlerinin temelleri Munsell tarafından oluşturmuştur.
Çalışma: Selay Doğa Temel